“Kara Fenerli” Bacı Köyü’nü ilk ziyaretimizden izlenimler…

319

Gonca Kayabekman | 07 Ocak 2021

Yahya Kemal Beyatlı’nın “Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüşüdür” sözü, Ankara’yı yeterince tanımayanların sık sık dile getirdikleri bir önyargı diyebiliriz. Hâlbuki Koleksiyonerler Derneği Başkanı Sayın Korkut Erkan’ın ”Bilge Şehir Ankara” yazısında “yaşadıklarını unutmayan yaptıklarını anlatmayan, kutsal bir emanet olarak hafızasında saklayan Cumhuriyet başkenti Ankara” tanımı ile Ankara’ya baktığınızda bambaşka bir manzara çıkıyor karşımıza. Coğrafi konumuna bir de tarihi vasfı eklendiğinde keşfetmek için ömür yeter mi endişesine kapılıyor insan. Ankara’da deniz yok ama engin bozkır topraklarında başka hiçbir yerde olmayan, belki herkesin bilemediği bir Ankara var. Yunus’un dedigi “beni bende demen ben bende değilem /bir ben vardır bende benden içeru” gibi bir Ankara vardir kuru ve donuk Ankara’dan içeri de diyebiliriz.

Biz de başka bir vesile ile Bacıyanı Rum (Anadolu Kadınları Teşkilatı. 13. yüzyılda kurulmuş dünyanın ilk kadın örgütlenmesi) konusuna göz gezdirirken mesele yine Ankara’ya dayandı. Teşkilat üyesi bacının türbesinin olduğunu öğrenir öğrenmez araştırma bile yapmadan hemen gidip yerinde görelim, öğrenelim dedik. Sincan-Temelli’ye bağlı Bacı Köyü Ankara’ya yaklaşık 40 km. uzaklıkta. Köye girdiğimizde yeni ve nizami yapılanma yanlış iz üzerinde olduğumuz kuşkusunu yaratsa da muhtarlığın köy odasını görmemiz rahatlamamızı sağladı.

Köyün muhtarı Behlül Söylemez Ankara’da olduğu için görüşemedik ama köyün imamı Osman Duymaz imdadımıza yetişti. Osman Hoca, Taptuk Emre’nin kızı Fatma Bacı Türbe ve Camii’nin köyün eski yerleşiminde olduğu bilgisini verince görme istediğimiz ziyadesi ile depreşti. Eski köye doğru ilerlediğimizde girişte dikkatimizi dikili bir taş çekti. Osman Hoca o taşın işlevini anlatınca şaşkınlığımız kat be kat arttı çünkü maksat olarak hiç böyle bir şey görmedik ve işitmedik.

Köy, meşhur Çile Dağı ve tepelerin eteklerinde gizlendiği için fark edilmesi oldukça zor. Akşam taşın üzerine meşale ile yakılan ateş, yolculara kaybolmamaları için işaret mahiyeti taşıyor. Köydekiler bu taşa “doruk taşı” veya “fener taşı” diyor. Ama biz ,Ankara’ya Galatlar’dan miras kalan çapa misali bu taşa “kara feneri” yakıştırmasını da uygun gördük. Kara fenerini yüzlerce yıl önce hiç deniz görmemiş insanların aynı mantıkla bunu düşünmüş olmaları, Anadolu insanının zorluklar karşısındaki pratikliğini ve akılcılığını bir kez daha kanıtlamış oldu.